28 Temmuz 2010 Çarşamba

ZAMAN DARALIYOR!... Banu AVAR


Güneydoğu ateş altındayken, Hatay ve İnegöl kaynamaya başladı. Şırnak’ta Devlet adamları sokakta yürüyemiyor! Bu ateşin yayılması uzun zamandır planlanmaktaydı…

Yazmıştım, küresel güçler, kolay kolay pes etmeyen milletleri ‘yola getirmek’ için bölgesel savaşların ateşini yakarlar.. CIA istasyon şefi Paul Henze açıkça söylemişti:

“…. temel bir düzenlemenin (federasyonlaştırmanın) yapılabilmesi için 20. yüzyılın sonunda Türkiye’nin içine sürüklendiği bunalımın daha (da) kötüleşmesi gerekecektir.’(Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında)

İşte bunalım giderek arşa tırmanıyor. Bakın işsizlikten, açlıktan yokluk ve yoksulluktan, satılan fabrikalardan bahseden kaldı mı? Gündem giderek sertleşiyor. Bu ‘iç savaş’ gündemidir. Açın Yugoslavya örneğini okuyun. Aynen böyle başlamıştır.

Perkins şablonu yazmıştı…
John Perkins’i okudunuz mu? Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabın yazarı.

Küresel sermayenin/çetenin Yugoslavya’da ve dünyanın birçok ülkesinde nasıl bir senaryoyla hareket ettiğini ana başlıklarıyla anlatır. İnternetteki bir söyleşisinde dünyayı ele geçirmeyi hedefleyen küresel sermayenin şablonunu şöyle özetlemişti.

İşte, Türkiye’nin 1947 sonrası tarihi.

‘Biz ekonomik tetikçiler,önce doğal kaynakları zengin , stratejik konumları önemli ülkeleri tespit ederiz. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan bir kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer.

Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar yapılır.. Bizim şirketlerimiz kazanır .. O ülkedeki birileri de nemalandırılır. . Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler..

Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki: ‘Bize büyük borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler’de bizim için oy verin!. Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!

Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz Bu, ikili üçlü dörtlü bir darbeler serisidir.’


İşgal Ordularına çağrı başladı!

Bir ülkenin ekonomisi tamamen ele geçirildikten sonra, tüm temel organları yavaşça ele geçirilir. Devleti devlet yapan kurumlar paramparça edilir. Siyasetine, ordusuna, polisine, yargısına, eğitim sağlık sistemlerine sızılır. Ülke felç edilir.

Eşzamanlı olarak etnik ve dini gruplar kışkırtılır. Açlığın işsizliğin kol gezdiği ülkeler, yabancı ajanlar için münbit topraklardır.

Ülkenin siyasileri Beyaz Saraya , genel kurmayı NATO’ya, ekonomisi Dünya bankasına, üniversiteleri Erasmus’a bağlanır. Medyası bağlı olunan kurumlar için çalışır!

Feodal ağalardan uyuşturucu baronları yaratılır. Milli dokular bozulur, millet içine ‘halkların özgürlüğü’ tohumlanır, ‘kendi kaderini tayin hakkı’ isteyen halklar, ne hikmetse hep petrol bölgelerinde ortalığı kasıp kavurur. Para ganidir. Destek de öyle..

Belediyeler sanki artık o ülkenin değil, Avrupa’nın Amerika’nın belediyeleridir. Küresel hükümete bağlı çalışırlar.

Arkalarında dağ gibi emperyalizm vardır.

İsrail ve ABD istihbaratı yardımcılarıdır. Terör örgütü ordularıdır. Televizyonlar taraftarlarıdır…

Ortalık kan gölüne dönünce, Beyaz Saray’a kalın iplerle bağlı siyasiler, ‘NATO gelsin!, BM Barış Gücü nerde?’ diye bağıracaklardır..

Sözüm ona muhalefet, ‘TSK, Türkiye Cumhuriyetini koruyup kollama görevinden istifa etsin!’ diye ortaya çıkacaktır.

Saygın Atatürkçü sivil toplum örgütleri, emperyalizmin Anayasası oylanırken ‘Biz tarafsızız! Ses çıkaramayız!’ buyuracaktır.

Bir PLATFORM farzdır!

Ülkede ayık, sesi çıkan, önde gelen kanaat önderleri, , komutanlar, gazeteciler içeri tıkılmıştır, susturulmuşlardır. Ordu alenen tasfiye edilmektedir. Hukuk guguk olmuştur!

Sadece kendi için değil, tüm mazlum milletler için yepyeni bir tarih yazmış olan bir millet, ordusunun bir sırtlan sürüsünün saldırısına uğradığını acıyla görüyor. En üst düzey NATO paşalarının Beyaz Saray siyasileri ile elele verişlerini izliyor.

Henze’nin dediği gibi, ‘bunalım koyulaştıkça’, sokak çatışmaları artacak, güvenlik güçleri kan kaybedecek, yapayalnız, çaresiz, işsiz aşsız bırakılmış halk galeyana gelecektir.

Tarih, içinden geçtiğimiz bugünleri Türkiye’ye yapılan emperyalist bir SİVİL DARBE olarak kaydedecektir.

Hatay’da Şırnak’da ,İnegöl’de CIA ve Mossad, plan gereği, denemeler yapıyorlar. Türkiye’nin Batı, Doğu ve Güneyinde yapılan bu iç savaş testi, ülke genelinde uygulamaya sokulmak istenecek, sonraki ilk durak Karadeniz kentleri olacaktır

Kimin Türkiye tarafında, kimin başka ülkeler tarafında olduğunun ayan beyan ortaya çıktığı, bir süreçten geçiyoruz. Milli güçler ve milli irade er ya da geç elele verecektir!

Detaylar kaybolacak, ‘can havli’ devreye girecektir.

Başka ülkelerin işgali altında yaşamak istemeyen HERKES, başta samimi dindar, solcu, Türkçü kanaat önderleri acilen bir araya gelmeli, konferanslar, kongreler, düzenlemelidir. Bunlar, parti tabelaları altında değil, her kentte bağımsız platformlarda yapılmalıdır. Ve bu faaliyet, referandum için olduğu kadar, onun çok daha ötesinde, çok daha geniş bir gelecek düşüncesiyle planlanmalıdır.

Banu Avar
banuavar@superonline.com
İLK KURŞUN

14 Temmuz 2010 Çarşamba

‘KUZUM MUSTAFA! SEN DELİ MİSİN!’

‘Evet’çiler, ABD ve AB ekseninde Türkiye’yi bölecek sürece destek verecekler!
Duymuşsunuzdur, ABD büyükelçisi ve AB organları, ‘Türkiye ‘EVET’ demeli!’ reklamı yaparak şehir şehir gezmekteler!

Boykotçular, BDP ve bölücüler.. Bence referandumun gerçekten ‘boykot’ edilme ihtimaline karşı, Batıdan aldıkları ‘taktik’ gereği, bu kararla ortaya çıktılar!

‘Hayır’ diyenler, bu ülkede, ne iktidarda ne muhalefette halkın yanında bir lider olmadığını gören, ama Türkiye’nin boğazına geçirilmiş yağlı ipin, yılansı kayganlığını bedeninde hissedenler..

Herşeyin farkında olanlar, biliyorlar ki, bu referandumdan ‘Evet’ çıkarsa Türkiye’nin önüne zifiri bir dehliz daha çıkar. ‘Hayır’ çıkarsa, başbakanın işaret ettiği gibi bir ‘erken seçim’ olasılığı var.

Bir ‘erken seçim’, Türk halkına derlenip toparlanmak, dayatılanlar dışında başka seçeneklere yoğunlaşmak, kendine güvenmek, biraraya gelmek, güneydoğuda oynanan büyük oyuna ‘DUR’ demek için bir ZAMAN sunacak.

Küresel sermaye, ihtimal hesaplarını çoktan yaptı. CHP’yi, Saadet partisini –muhtemelen yakında MHP’yi– AKP’ye baston yapacak şekilde yapısal değişikliklere zorluyor. Buna rağmen, AKP ile yola devamın, mümkün olamayacağı ihtimali karşısında, koalisyon haritalarını da masaya koyuyor.

Erdoğan’ı ‘siyasi açılım’a itiyor, muhtemel ortaklarla şimdiden tokalaşma ‘tavsiyesinde bulunuyor. .
Bakalım, Türk halkı mucizevi sağduyusu ve zamanlamasıyla, tüm bu oyunların hakkından bir kez daha gelecek mi?

Ben tarihin Türk halkından yana olduğunu biliyorum… Hatırlayın, 1919’da, umutsuz, çöken bir imparatorlukta, yazar Refik Halit Karay, direnen güçlere ve Mustafa Kemal’e hitaben ne demişti:
‘Anadolu’da bir patırtı bir gürültü, kongreler, beyannameler filan..
Sanki birşey yapabilecekler…Blöf yapmanın sırası mı şimdi?
Hangi teşkilatın ne gücün var!… Bu ne hayal!!
Kuzum Mustafa sen deli misin!’

O MUSTAFA, AKLIN VE BİLİMİN IŞIĞINDA, NE ‘DELİ’ NE ‘ÇILGIN’ OLMADIĞINI, HALKIYLA İSPATLAMIŞTI!

Banu AVAR
banuavar@superonline.com
www.banuavar.com.tr
İLK KURŞUN

12 Temmuz 2010 Pazartesi

İKTİDARIN VALİLERİ


ABD’nin himayesi altında bulunan Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nca düzenlenen F-tipi Abant Platformu’nun Haziran 2010 tarihindeki “Vesayet ve Demokrasi” adlı toplantısına katılan Kırklareli Valisi Cengiz Aydoğdu, “Merkeziyetçilik Aracı Olarak İdari Vesayet” başlığıyla bir konuşma yapmıştır. Çok tartışılan bu konuşmada vali şu görüşlerini iletmiştir: “DP’nin 1950’de iktidara geldiğinde CHP’yi kapatıp, İnönü’yü de tarihteki huzurlu yere göndermemiş olması en büyük talihsizliktir. Türkiye 1920’li yıllarda hafızasını kaybetti. 1684’de kilise bir bildiri yayınlamış. Biz İngiltere’ye gittiğimizde bu bildiriyi okuduğumuzda anladık. Ama Merzifonlu Karamustafa Paşa’nın Viyana’dan merkeze gönderdiği raporu aramızda kaç kişi okuyabilir, okuyabilse kaç kişi anlayabilir?”
Vali Cengiz Aydoğdu, Artvin Valisi olduğu dönemde, 2006 yılında turizmin Müslüman-Türk kültürünü bozacağını savunmuştu. Yaptığı açıklama şöyleydi: “Allah Artvin’i turizmden korusun. Müslüman Türk kültürünün yaşandığı bir tek yaylalar kaldı. Orayı da mı turizme açalım? Şayet turizmden kazandığımızı, kaybettiklerimizle kıyaslarsak, kaybettiğimiz çok fazladır.”

Elazığ Valisi Muammer Erol, 12 Şubat 2010 tarihinde Elazığ Genç İşadamları Derneği tarafından düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, “Amerika Devlet Başkanı’nın karşısında bir milyon için hazır duran bir başbakan istemiyorum. Ben ‘one minute’ diyen bir başbakan istiyorum. Dünyanın, bu milletin Osmanlı döneminde yaşadığı ve yaşattığı güzellikleri bir kez daha yaşamaya ihtiyacı var. Müftü Bey toplantıda yok. Ben de ortalığı boş buldum; biraz yeşil gidiyoruz” sözleriyle siyasi içerikli bir konuşma yapmıştı.

7 Ağustos 2009 tarihinde Ordu ilindeki camilerin tuvaletlerindeki pisuvarların, ‘hijyen ve dinen’ uygun olmadığı öne sürülerek, Ordu Valisi Ali Kaban tarafından kaldırılması için emir verildi. Ordu Valisi Ali Kaban pisuvarlar için: “Bu bizim itikadımıza ters” yorumunda bulunmuştu. 2 Ağustos 2009 tarihinde yaptığı bir konuşmada çağdaş uygarlıktan, ‘saçma’ diye söz eden Ordu Valisi Ali Kaban, 2005 ile 2007 yılları arasında Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Abdullah Gül’ün ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapmıştı.

F-tipi Abant Platformu’nun, Haziran 2009 tarihindeki “Demokratikleşme: 12 Eylül’den AB’ye Siyasi Partiler” konulu toplantısında açılış konuşmasını yapan Bolu Valisi Halil İbrahim Akpınar askerler için; “halkın iradesine karşı plan yapmaktan ne usanıyorlar ne de utanıyorlar.” derken hükümetten hiçbir kişi tepki vermemişti.

29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde Tunceli ve ilçelerinde elektrik ve su olmayan yerleşim yerlerine, iktidar partisince buzdolabı, çamaşır makinesi gibi beyaz eşyalar ve mobilyalar dağıtılmıştır. Yüksek Seçim Kurulu’nun, bu yapılanların seçmen oylarını etkilemeye yönelik ve anayasadaki seçimlerin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu belirtmesine karşın, dağıtım işlerini bizzat kendisi yapan Tunceli Valisi Mustafa Yaman için, başbakan övgüler düzmüştür. Vali Mustafa Yaman, seçimin düzenine ve dürüstlüğüne ilişkin YSK kararlarını uygulamakta duyarsızlık göstermekten, Yargıtay tarafından 7 ay 15 gün hapis ile memuriyetten men cezasına çarptırılmış ancak cezası ertelenmiştir. Ayrıca 5 milyon TL değerindeki beyaz eşya ihalesinde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla, Vali Yaman’ın yargılanmasına devam edilmektedir. Vali Yaman, şimdi Giresun Valisi olarak görev yapmaktadır.

24 Aralık 2007 tarihinde yaptığı konuşmada başbakan, valilerin ve kaymakamların kamyonun şoför mahalline oturarak kömür dağıtmasını ve bu dağıtımın sonucunda da Türkiye’nin uçacağını söylemişti. Vali ve kaymakamlar bulundukları yerlerin mülki amiridirler, devletin temsilcisidirler. Görevleri arasında kapı kapı dolaşarak kömür dağıtmak yoktur. Ancak İktidar partisi ülkeyi ele geçirmek için, her türlü yola başvurmaktadır. Elazığ Valisi Muammer Muşmal da, başbakanını dinleyerek, gereğini yerine getirmiştir.

Yukarıda sıralanan bu örnekler basına yansıyanlardır. Bunun gibi daha nice örnek olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Son sekiz yıldır AKP iktidarıyla birlikte, bu zamana kadar görmediğimiz, alışmadığımız ve yaşamadığımız şaşırtıcı bir çok olayın tanığı oluyoruz. AKP iktidarı dönemindeki kadar, toplumun birçok değer yargısının deforme olduğu ve alt üst edildiği bir dönem yaşanmadı. Cumhuriyet rejiminin geleceğini tehlikeye sokarak, ülkemizin İslam devletine dönüşmesi için, açık açık eylemlerde bulunulmaktadır..

AKP iktidarı, valileri, kaymakamları ve devletin diğer bürokratik kadrolarını siyasallaştırmaktadır. Bu siyasallaşma sonucunda, devlet sorumluluğuyla ve ciddiyetiyle bağdaşmayan kadrolardan yanlış demeç duymak ve yanlış uygulama görmek şaşırtıcı gelmemektedir. Böyleleri hakkında göstermelik olarak soruşturma açılmaktadır ancak ciddi anlamda hesap sorulmamaktadır.

Vali, bulunduğu kentte devlet adamı niteliğinde, tarafsız, saygın bir kişiliği temsil etmek zorundadır. Bir vali haddini aşan sözler söylüyorsa ve uygulamalarda bulunuyorsa, o vali açık açık iktidarın valisi olur ve artık devletin valisi sayılamaz..

Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, kendi ülkesinin ordusuna düşmandır, yargısının verdiği kararlara tepkilidir, hangi koşulda olursa olsun her istediğini yapmak için uğraşmaktadır. Hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmakta ve siyasi iktidara karşı olanları bir şekilde yargılayıp, susturmaktadır. Bu şartlar bir sivil darbe oluşumudur. Bu sivil darbeden kurtulmak için öncelikle halk oylamasında verilecek hayır oyları çok önemlidir. Ardından yapılacak bir seçimle, ortaçağ karanlığından kurtulup, aydınlık günlere doğru yol alınacaktır…

SUAY KARAMAN, İLK KURŞUN GAZETESİ

7 Temmuz 2010 Çarşamba

ÇOCUKLARIMIZ VE UÇKURLU ÇÖZÜMLER.....

Terör can almaya devam ediyor

Gencecik subaylarımız, astsubaylarımız, Mehmetçiklerimiz hayata doyamadan göçüp gidiyorlar.
Ulusça kahroluyoruz.

Analar, babalar, eşler, yavrular, sevgililer ağlıyor.

Yurdunu, ulusunu seven Türk insanı, onca acısını içine atıp “VATAN SAĞOLSUN” demekten geri kalmıyor.

Böyle bir ulusu kim dize getirebilir?

Kendini yurduna adamış subay-astsubaylar ile her yıl dört kez genç arslan parçaları ile tazelenen bu

kahramanlar ordusunu kim vatan savunmasından caydırabilir.

Böyle bir ordu ve ulusu yönettiğinin ayırdında olmayan siyasi iradeye karşın ordu -millet el ele namus mücadelesini devam ettiriyor.

Çok seyrek de olsa, “Millet TSK ‘lerine evladını teslim ediyor, TSK bu gençlerin hayatını koruyamıyor” şeklinde yakınmalar duyuyorum. Bu söz üzerinde durulması gerektiği düşüncesindeyim.

Bu söz iyi niyetle söylendiği gibi art niyetlilerce de kullanılmaktadır.

Aileler evlatlarını yetiştirir. Belirli bir yaşa gelince de askerlik hak ve ödevini yerine getirmek üzere askere yollarlar.

TSK ‘ne katılan her Türk genci, ordunun bir parçasıdır.

TSK onlardan soyutlanmış bir yapı değildir.

O hak ve ödevin temelinde, vatan için öldürmek ve gerektiğinde ölmek vardır.

TSK silah altına alınan ve asker olan gençleri korumak için değil vatan ve ulusu korumak için vardır.

O koruma görevini yapacakların bir ve büyük bölümünü de işte o genç evlatlarımız oluşturmaktadır.

Onlar , silahlı eğitimi aldıktan sonra korunacak değil koruyacaklar saflarına geçmektedir.

Elbette, hiç bir gencin kılına zarar gelmesini kimse istemez. Özellikle de onların en yakını olan komutanları.

Komutan için; her genç, öz evlat, canından bir parçadır.

Öz ana -baba kadar olmasa da hem ana hem babadır komutan.

“Evlatlarımızı korumuyor” dendiğinde, “Evladını korumuyor” denmektedir, komutana.

Doğru olur mu? Kabul edilebilir mi?

Diğer yanıltıcı bir söylem de hiç eğitim almadan veya yetersiz eğitimle gençlerin ateş hattına sürüldüğüdür.

Her genç mutlaka temel eğitim almaktadır.

Terörle mücadelede görev alacak geçlere, seçilmiş eğitim merkezlerinde özel eğitim verilmektedir.

Terör bölgesine gittiklerinde de bölgenin ve birliğin özelliğine göre en az bir ay olmak üzere ilave oryantasyon eğitimi verilmektedir.

Bütün bunların yüzde yüz yeterli olduğunu söylemeyiz..

Şurası da unutulmamalı ki, ne kadar eğitim verirseniz azdır. Eğitim hayat boyunca devam edecektir. Her operasyon, her çatışma, yaşanan her olay da eğitimdir.

Teröristlerin bir kısmı 5-10 yıllık deneyime ulaşmışken, bizim askerimiz en deneyimli haline geldiğinde 1.5 yıllıktır.

Bu farkın yarattığı olumsuzluğu gidermek için de komando ve uzman personel artışına gidilmiştir ve artırıma devam edilmektedir.

Biz ulusça terörün olumsuzlukları ile cebelleşirken bazı aklı-evvel muhteremler de dahiyane (!) çözümler atmakta ortaya.

Rize Belediye Başkanı da öyle.

Çözümü uçkurda bulanlardan.

Her batılı erkek doğudan bir kadını kuma olarak getirirse, hısımlığımız artacak, husumet azalacak ve 30 yıl sonunda terör bitecek.

Dünyaya uçkurunun ucundan bakan bu insanlardan ne beklenir?

Her şeyi, her olayı; erkeğin kadına egemenliğine, kadının mal olarak kullanılmasına yontan bu gerici-feodal düşünce yapısının çözümü başka ne olabilir ki?

Meclis eski başkanı Arınç ne demişti?

“Bizimkiler kadına ve paraya düşkündür”

Kim onlarınkiler?

Din eksenli siyasetin mimarları ve işçileri.

Başka neye düşkün olacaklar ki? Geriye ne kalıyor?

Erkeğe düşkün sapkınlar da var içlerinde ama dillendiremezler.

Başbakan da ikide bir” EN AZ ÜÇ ÇOCUK YAPIN!” demiyor mu?

Geleceğimizin güvencesinin çok çocuk yapmaktan geçtiğini vurgulamıyor mu, ikide bir?

Balık baştan kokar ya. Geçenlerde katıldığım bir düğünde nikah şahitliği yapan Milli Savunma Bakanı Gönül de, “NİCE NİCE ÇOCUKLAR YETİŞTİRİN ÜLKEYE” diyerek aynı kervanın yolcusu olduğunu gösterdi. Neyse ki bakan “yetiştirmek” fiilini kullanarak diğerlerinden bir adım ilerde olduğunu hissettirdi.

Onlara göre, çocuk yetiştirmek sorun değildir çünkü. Çocuğu da rızkını da Allah verir nasıl olsa. Sen çocuğu yap, gerisi kolay. Remzi amcası olur yurt dışında bile okutur. Harçlığa sıkıştı mı bir telefon yeter. Tatile gitti mi Rixsos’larda kalır. Belediyeden, partiden amcaları ile ortak şirketler kurarlar. Gerekirse özel yasalarla teşvikler alırlar.

Bu densiz belediye başkanına doğulu insanlardan önce tüm kadınlarımızın tepki göstermesi gerekmez mi?

Nerde ” türban özgürlüktür” diye yırtınan, üniversite önlerinde kamp kuranlar?

Kadın hakları ve özgürlükten yana olanlar ikinci sınıf olmaya, alınıp-satılan mal olmaya neden tepki göstermezler?

Yoksa, kadınlarımız da her çözümün uçkurdan geçtiğine mi inanıyorlar ?

Eminim ki, aydın Türk kadını bu zihniyeti köreltecektir.

Aydın Türk anasının yetiştirdiği nesiller, Türkiye’yi bu karanlık düşüncelerden arındıracaktır.Her insan sadece insan olduğunu, önce insan olduğunu duyumsayarak yaşayacaktır.

Türk kadını da Türk erkeği de onurlu insanlar olarak yaşamaya layıktır.

Naci BEŞTEPE