22 Nisan 2010 Perşembe

Üç Ergenekon


Ergenekon üç bin yıldır kavimden kavime, kuşaktan kuşağa oluşturulan ve aktarılan bir destanın adıydı.

Artık Ergenekon denince kimse bu mitolojik öyküyü anımsamıyor.

Ergenekon denince “özel yetkili mahkeme, Silivri, Beşiktaş, toplu gözaltı ve tutuklama, aydın avı, peşin infaz, TSK düşmanlığı, yasadışı dinlemeler, kanıtsız suçlamalar, hayali örgütler, içinde suç olmayan binlerce sayfalık özel telefon görüşmeleriyle doldurulmuş iddianame adı verilmiş çöplük kağıtları, cezadan yırtarsın diyerek yalan söyletilen gizli tanıklar, Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı”

akla gelmektedir.

Ergenekon artık insan haklarının, hukuk kurallarının ihlaliyle bir dikta rejimine gidişin adıdır.

Artık iyice ortaya çıkmıştır ki; Ergenekon dış ve iç düşmanların Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırma operasyonudur.

Son 130 yıllık tarihimizde iki Ergenekon daha var.

Birincisi II. Abdülhamitin siyasi rakiplerini ortadan kaldırmak için kurduğu “yıldız mahkemesi “ davalarıyla anılan Ergenekon operasyonudur.

II. Abdülhamit onların sayesinde başa geçti. Anayasayı kabul etti. Ardından meclisi kapattı.

Diktatörlüğünü sağlamlaştırmak için “Yeni Osmanlıcılık” diye bilinen ve meşruti bir yönetimle devletin kurtarılacağına inananları kurduğu özel mahkemede –bazen bizzat nezaret ederek- yargılattı.

Dönemin aydınlarını, ilericilerini ortadan kaldırttı. Büyük bir baskı rejimi kurdu. Aynı yıl “düyunu umumi” kuruldu. Dış güçlerle ittifak yapıldı. Bu arada azınlık isyanları pıtrak gibi çoğaldı. Kıbrıs, Girit, Mısır, Ege adaları, Bulgaristan vb kaybedildi.

İmparatorluk dağılıyordu. 1908’de ikinci kez meşrutiyet ilan edildi. 31 Mart olayından sonra ise Abdülhamit tahttan indirilip sürgün edildi. Kısa süre sonra da öldü…

Tarihimizin ilk Ergenekon operasyonu hüsranla bitti…

İkincisi Ergenekon mahkemesi, Vahdettin’in işgal güçlerinin isteği üzerine kurdurduğu “Nemrut Mustafa Paşa” mahkemesidir. Savaş sırasında Ermeni ve diğer azınlıklara karşı işlenen suçlar için kurulmuş ve operasyon başlatılmıştır.

Yine düşmanla işbirliği vardır.

Saltanatın karşısında duran ve emperyalizme karşı savunma yapan Anadolu’daki ilerici, devrimci güçler hedef alınmıştır. Kurulan mahkemede hukuk ayaklar altına alınmış, yalancı tanıklar uydurulmuş ve yabancılara verilen söz gereğince sürgünler yapılmış, Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey ve Urfa mutasarrıfı Nusret Bey gibi kuvayı milliyeciler asılarak idam edilmişlerdir.

Saltanat ülkede egemen olduğunu göstermek için İngiliz desteğiyle birlikler kurmuş, fetvalar yayınlamış, isyanlar çıkarmıştır.

Ülkenin en dinamik, en yurtsever güçlerine karşı yapılan bu ikinci Ergenekon operasyonu Osmanlının tarihten silinmesiyle bitti…

Vahdettin İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etti…

Şimdi üçüncü Ergenekon operasyonu yapılmaktadır.

Yine Dış güçler tam destek vermektedir.

Yine ulusalcı, ilerici, aydın güçler ve muhalefet hedef alınmıştır.

Yine ilgisiz kişilere uydurma suçlamalar yapılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en gözde ve en temel kurumları yıpratılmakta ve gözden düşürülmeye çalışılmaktadır.

Yine bütün kurumların üzerinde bir egemenliğe sahip olma hevesi vardır.

Sanki zaman tünelinde 135 yıl önceye düştük.

Padişahımız yetkilerini hiçbir kurumla paylaşmak istemiyor…

Tayyip diyor ki;

Hükümet benim, yasama benim, yargı benim…

Milli irade benim. Ben ne dersem o… Ben devletim…

Türkiye Cumhuriyeti benim !..

Onca kanlı savaşımdan sonra uygar bir devlet için erkler ayrılığının en temel ilke olduğu İki yüz yıldır bilinir.

Bizde ise biri çıkıyor.

Her şeye sövüp sayarak, “millet isterse laiklik elbet elden gidecek” diyerek başbakan oluyor. Ve kendini devlet sanıyor.

Kankası da “cumhuriyetin sonu gelmiştir” diye demeç verdiği halde cumhurbaşkanı seçiliyor.

Tayyip Erdoğan şimdilik ”milli iradeyi ben temsil ediyorum” yanılgısıyla havalarda uçmakta haklı olabilir. Meclise gelirken yüzlerce milletvekili karşılayabilir. Sabahlara kadar sıralarda uyudukları halde diktatörlüğe dönüşecek bir rejim için efendilerinin buyruğuna uyarak oy kullanabilirler.

“Yakışır Tayyip Beye başkanlık” diye çok ciddi konularda bile vıcık vıcık üstlerinden akan yağlara da bulanabilirler..

Ama asla unutmamak gerekir ki; bu üçüncü Ergenekon operasyonudur.

Biraz tarih bilgisinin hepimiz için çok yararlı olacağı kesindir..

Önceki iki Ergenekon operasyonundan çıkan tek ders var:

Tarihin tekerleri böylesi operasyonlara yeltenenleri her zaman ezip geçmiştir !..
Altan Arısoy

6 Nisan 2010 Salı

İŞTE TÜRKİYEDEKİ SON DERSHANE REZALETİ...


TÜRKİYE GERÇEĞİ...

1 Nisan 2010 Perşembe

Amanyasa…


Bekir Coşkun
30 Mart 2010
AYNI zamanda bulunmaz bir anayasa hukukçusu olan Başbakan, bu kez size anayasa yapıyor…

İçerde; hesabı verilmemiş dosyalar birikirken… Dışardan; “Alman Yüksek Mahkemesi, ikinci Deniz Feneri davasını başlattı” haberleri gelirken… Ve oyları yüzde 30’lar civarına düşüp de artık tek parti iktidarı olma umutları uçup giderken…

“Sanıkların, kendi atayacakları hâkimlerden, kendilerine mahkeme kurmaları” gibi yeryüzünün en enteresan anayasasının gerekçesi, işte bu özündeki “aman” unsurudur aslında:

Aman…

Ki bu nedenle biz buna “amanyasa” diyoruz…

Dâhi anayasa hukukçusunun hazırladığı amanyasa gerçekleşirse; devletin temel ilkesi “kuvvetler ayrılığı” gibi gözükse de, yüksek mahkemeler iktidarın atayacağı üyelerden oluşacak…

YÖK gibi…

RTÜK gibi…

TOKİ gibi…

Hukuk bir gün yakalarına yapıştığında… “Amanyasa”ya göre, kendileri tarafından atanmış, kendilerini yargılayacak yargıçlar nasıl olsa orada olacaklar…

Aman…

Aman ha aman…

Eğer iktidar, tasarladığı amanyasayı size yutturabilirse, bu kesinlikle “Başka bir rejim”dir…

Türkiye artık asla “kuvvetler ayrılığına dayalı hukuk devleti” değildir…

Ne cumhuriyet, ne demokrasi, ne hukuk, doğrusunu isterseniz zaten ne de devlet kalmıştır orta yerde…

Dünyanın her yerinde bunun tek adı vardır:

Faşizm…

Eğer yine yalakalık yapar, iktidarın eteğine yapışır, bu hilkat garibesi “amanyasayı” sineye çeker, tepki göstermez, siner, pısar, korkarsanız…

O zaman “….yasa” kısmını unutun gitsin…

“Aman….” kısmı size kalır…